kibar amcayla
i
bir gün yine ikea'ya gitmiştik. işlerimiz neyse ki çok çabuk bitmişti. böylelikle kibar amca sosislisini ben de elmamı yiyebilmiştim bir an önce. ikea çikolatası almamayı başarmam da cabasıydı. üstüne üstlük trafiğe de takılmamıştık ve anneme aldığım sümbülün onu alışveriş arabasına koyduğumdan sonra geçen 17 dakika içinde büyüyüp serpildiğini gözlemlediğime yemin edebilirdim. sonra yine taksime geldik. bu boş haliyle gözüme iyice büyük görünen terkedilmiş ofisimize çıkmadan kendimi meydanda bulmuştum. nagehanı aradım bir fincan kahve içme özlemiyle. çok meşguldü nagehan. birkaç güne açılacak serginin oluşturduğu mail trafiği içinde kendini kaybetmişti adeta. aşağı inip selamlaşma önerisini geri çevirerek o an durağa yanaşmış olan tramvaya bineceğimi söyledim kendisine ve öyle de yaptım. tramvay her zaman olduğu gibi yine oldukça yavaş ilerledi istiklal caddesi boyunca, ama yine de çok memnundum içinde fotoğraf makinem, harici diskim, güneş ve optik gözlüklerim ve makyaj çantamın da olduğu bir hayli ağır çantamı taşımak zorunda kalmadığım için. aynı sevinçle dia'dan alınacak birşey olmadığını sanıverip istikametimi hemen eve çevirdim, merdiven çıkmak da zorlamadı pek. geçen gün yıkanan ve çok düzgün asıldıkları için asla ütü gerektirmeyen çamaşırları bir bir katladım. gömleklerin bile ütüsüz giyilebileceklerini gördüğümde ne kadar sevindiğimi anlatamam. tabii hemen sonra içeceğim kahvenin de yarattığı bir rahatlıktı bu. fokurtular kulağıma, mis gibi kokusu ise burnuma geliyordu. katladığım çamaşırları ait oldukları dolaplara yerleştirdikten kısa bir süre sonra hazırdı kahvem. bilgisayarın kablolarını da halledip masaya yerleştiğim an benden daha mutlu bir kişi olamacağını taayyül etmem hiç de zor değildi. tabii sonra gelen kutumda hiç de cevaplamak istemeyeceğim bir mail bulacağımı nereden bilebilirdim. ve sonra ikinci bir kez daha cevaplamak zorunda kalacağımı ise hiç. akşam yemeği için araştırmalara başladığımızda saatler yediyi göstermişti. menümüzün mantarlı et ve makarna olmasına karar verdik. atillanın getirdiği mantarları tek tek yıkadım ve kuruladım. meyveler ve sebzelerin iyice temizlenmeleri için bir de üstüne kurulanmaları gerektiğini uzun bir sure önce annemden duymuş ve çok mantıklı bulmuştum. makarna önceden hazırdı, işte bu güzel birşeydi. mantarlardan sonra iki adet tatlı yeşil biberi de doğradım. önce kafalarını kopardım ve içlerindeki çekirdekleri ayıklamaya çalıştım. sonuç fena sayılmazdı. yine de tavanın içine atmadan önce onları biraz daha sirkelemem gerekti. bir kez daha yeşil biberin çok lezzetli bir sebze olduğunda karar kıldım. mantarları tavaya biberlerden önce atmış olmam atillayı biraz endişelendirse de tüm bileşenler aynı anda pişebildiler. kırmızı et ve makarna birlikteliğinin armonisi ise bir kez daha kanıtlandı bu akşam sofrada. yemek sırasında uzun zamandan beri ilk kez friends izledik. şimdi ise sırada the wire var. aklımı pek de çalıştırmamı gerektirmeyecek komik şeyler izlemek isterdim sanki aslında, ama oy hakkımı atillaya devrettim. hem başladıktan sonra ne çok keyif alacağımı da zaten iyi biliyorum. şimdilik iyi akşamlar dilerim.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment